Mahmûd Kefevî

Mahmud Kefevi

Osmanlı âlim ve velîlerinden. İsmi Mahmûd, künyesi Ebü’l-Fazl’dır.
Babası Hacı Süleymân bin Abdi Kefevî’dir. Şeyh Mahmûd Kefevî diye
meşhûr olmuştur. 1520 (H.926) senesinde Kırım’ın Kefe liman şehrinde
doğdu. 1581 (H.989) senesinde Sinop’ta vefât etti. Kabri, Sinop’ta
Kefevî Câmii avlusundadır.

Babası Hacı Süleymân bin Abdi Kefevî aslen Çerkes’dir. Müslüman olmadan
önce Tatarlar tarafından esir edildi. Karadeniz kıyısındaki İslâm
beldelerinden Kırım Yarımadasındaki Kefe’ye götürüldü. Orada
müslümanlardan âlim ve fazîlet sâhibi bir zât onu satın alıp, İslâm
dînini öğretti. Süleymân Efendi uzun müddet bu âlim zâta hizmet etti.
Müslüman âlim onu serbest bıraktı. Hürriyetine kavuşan Hacı Süleymân
Efendi, Allahü teâlânın kulu olduğunu unutmadı, O’na ibâdet etmekle
meşgûl oldu. Helâl kazanç elde edebilmek için ticârete atıldı. Allahü
teâlâ ona bol mal ve zenginlik ihsân etti. Mekke-i mükerremeye gidip
hac vazîfesini yerine getiren Süleymân Efendi, sevgili Peygamberimizin
mübârek kabr-i şerîflerini ziyâret edip feyzlerine kavuştu. Hacı ismini
de alarak memleketi olan Kefe’ye döndü.

Kefe’de bulunduğu sırada bir rüyâ gördü. Rüyâsında Kefe şehrinin tam
karşısında bulunan Sinop şehri Cennet gibi bir hal almıştı. Kendisi
elinde yeşil büyük bir sancak tutmuş, insanlar ve şehrin ileri
gelenleri sancağın altında toplanmışlardı. Sonra halk ona tâbi olup
Sinop’un Meydan kapısı diye anılan yerin doğu kapısından dışarı
çıktılar. Bugünkü Kefevî Câmiinin yerine geldiklerinde, Hacı Süleymân
Efendi sancağı oraya dikti. İnsanlar o sancağın dibinde Allahü teâlâya
hamd ve senâda bulunup, tekbir getirdiler. Hayır duâda bulunup,
şükrettiler.

Bu rüyâyı gören Hacı Süleymân Efendi, seher vaktinde sevinç ve neşeyle
kalktı. Sinop ahâlisinden o sırada Kefe’de oturmakta olan, şu anda
kabri Sinop Kefevî Câmiinin yakınında bulunan meşhûr Selâhaddîn Hocaya
gidip rüyâsını anlattı. Selâhaddîn Hoca, yüksek nazar ve firâsetiyle
Hacı Süleymân Efendiye; “Ey oğul! Senin şahsında bu rüyânın
gerçekleşmesine izin yoktur. Ancak senin neslinden sâlih bir oğul
dünyâya gelecek, âlemde hüner dolu hatırı sayılır bir kişi olup, senin
sancağı diktiğin yerde bir eser binâ edecektir.” diye rüyâsını tâbir
etti. Bu rüyâdan sonra HacıSüleymân Efendi’de Sinop’a karşı bir merak
ve alâka peydâ oldu. Resûlullah efendimizin sünnetine uyarak evlendi.
Bu evlilikten 1520 (H.926) senesinde Mahmûd isminde bir oğlu dünyâya
geldi.

Çocukluğu doğum yeri olan Kefe’de geçen Mahmûd Kefevî, zamânının
usûlüne göre küçük yaşta ilim tahsîline yöneldi. Temel dînî bilgileri
öğrendikten sonra tasavvufa karşı alâka duydu. Kâdiriyye yolu
mensuplarından büyük âlim ve velî Takıyyüddîn Ebû Bekir Kefevî’den ilim
öğrendi ve sohbetlerinde bulundu. Yirmi üç yaşına geldiği zaman 1542
(H.949) senesinde hocası ile birlikte İstanbul’a geldi. Kânûnî Sultan
Süleymân Han zamânına rastlayan bu gelişinde, ilmini ilerletmek için
bâzı âlimlerin ilim meclisine devâm etti. İlk olarak Kaplıca Müderrisi
Kâdızâde Efendinin, sonra Sahn-ı Semân (Fâtih) müderrisiAbdurrahmân
Efendinin derslerinde bulundu. Abdurrahmân Efendi Halep kâdılığına
tâyin edilince, Anadolu kazaskeri Mâlûl Emir Efendinin ders halkasına
devâm etti. 1552 (H.959) senesinde mülâzım, müderris yardımcısı olarak
vazîfe yapmaya başladı. Mâlûl Emir Efendi diye meşhûr olan fazîletli
Seyyid Abdülkâdir Efendinin hizmetinde bulunduğu sırada zâhirî
ilimlerde yüksek bir âlim ve tasavvuf yolunda fazîlet sâhibi bir kimse
oldu. 1554 (H.961) senesinde yirmi akçe yevmiye ile İstanbul Molla
Gürânî Medresesine müderris tâyin edildi.

Müderris olarak vazîfe yaptığı sırada babası HacıSüleymân Efendi onu
Kefe’de gördüğü rüyânın etkisiyle, Sinop şehrinin ileri gelenlerinden
Hacı Ali isminde bir tüccarın Hâlisa adındaki kızıyla evlendirdi.
Mahmûd Kefevî bu sırada bir yaz mevsiminde humma hastalığına tutuldu.
Doktorların tavsiye ettiği ilaçlar ve tedâvîler netîcesinde hastalığı
iyileşmedi. Doktorlar onun hava değişiminden başka çâresi olmadığına
karar verdiler. Mahmûd Kefevî; “Bunda bir hayır ve hikmet vardır,
kâdılık yolunu tercih edip bu şehirden gitmeliyim. Müderrislikte
ilerlemek herhalde nasîbimde yoktur, memleket gezmek bir mürşid-i
kâmile kavuşmaya vesîle olabilir.” diye kâdılık yolunu tercih etti.
Şeyhülislâm Çivizâde Efendi, Zekeriyya Efendi, Kazasker Abdülganî
Efendi, Behâaddînzâde Efendi ve Sultan Murâd’ın hocalarından Mevlânâ
Sâdeddîn Efendi onun İstanbul’dan ayrılmasını istemediler. Ayrı ayrı
nasîhat edip; “Sen bizim içimizde en seçkin ve hepimizden üstün iken
gel bu güzel yolu terk etme.” dediler. Fakat çâre olmadı. Onlara;
“Sizin şerefiniz benim şerefimdir. Dünyâda sıhhat ve âfiyet, âhirette
izzet ve saâdet içinde olunuz. Hem benim başka bir düşüncem vardır.”
deyip, Rumeli sancak kâdılığı ile o taraflara gitti. Nice zaman kâdılık
hizmetinde bulundu. Pravadi, Akkirman veKefe gibi yerlerde kâdılık
yapıp müslümanların müşkül meselelerini halletti. Memleketi olan
Kefe’ye kâdılık ve müfettiş-i emvâl vazîfesiyle birkaç defâ gitti.
Gittiği yerlerdeki velîlerin sohbetlerinde bulundu. Sonra babasının
gördüğü rüyânın tesiri ve sevk etmesiyle Sinop tarafına gelmek istedi.
1575 (H. 983) senesinde kâdılık vazîfesiyle Sinop’a geldi.Bu vazîfesi
sırasında insanların müşküllerini çözmeye uğraştı. Ayrıca Âdem
aleyhisselâmdan beri yaşamış olan meşhûr zâtların hayatlarını anlatan
kıymetli bir eser te’lif etti. Bir müddet sonra Sinop kâdılığından
ayrıldı.Kendini ilmî araştırmalara ve ibâdete verdi.Babasının rüyâda
sancak diktiği yeri sâhibinden satın aldı. Orada bir câmi-i şerîf ve
etrâfında odalar yaptırdı.Yaptırdığı bu câmide insanlara vâz ve nasîhat
etmek sûretiyle İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Nefsin
isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle Allahü
teâlânın rızâsına kavuşmaya çalıştı. İşrak, kuşluk namazından sonra
istekli olanlara tefsîr ve hadîs dersleri okuttu. Onun bu fedâkarlık
halleri, İstanbul’da bulunan büyük İslâm âlimleri tarafından işitildi.
Bu âlimler, Mahmûd Kefevî’ye geçimini temin edecek bir maaş gereklidir
diyerek, Sinop’ta bulunan Sultan Alâeddîn’in yaptırdığı medresede fetvâ
ve ders vermesi için pâdişâhtan izin çıkarıp gönderdiler. Mahmûd Kefevî
hazretleri bunu kabûl etmek istemediyse de; “Bu da bir hizmet ve
ibâdettir.” deyip kabûl etti. Günün belli saatlerinde Alâeddîn
Medresesinde fetvâ vermeye başladı. Bu sırada aslenSinoplu olup orada
yerleşmiş bulunan Halvetiyye yolu ileri gelenlerinden âlim ve fazîlet
sâhibi zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derece sâhibi Mirzâ Şeyh diye
meşhûr olan Mahmûd bin Pîr Ali hazretlerine bîat etti. Böylece
Halvetiyye yolu mensuplarından oldu.Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek
bir velî oldu.

Bir gece Mahmûd Kefevî hazretleri, rüyâ ile mânâ âleminde Resûlullah
efendimizin huzûr-ı şerîflerine girdi.Mecliste hazret-i Ebû Bekr,
hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali ile Eshâb-ı kirâmdan
bâzıları da hazır bulunuyorlardı. Edebe riâyet ederek onlara selâm
verdi. Her zaman kıldığı namazın tâdil-i erkânını efendimize arz etmek
için önlerinde kıbleye karşı namaza başladı. Hazret-i Ali, Mahmûd
Kefevî’nin bu davranışına karşı çıkıp böyle yüksek bir meclise
katılmayıp, nâfile namaz kılmak edebi terketmek değil midir? diye
dokunaklı söz söyledi. Peygamber efendimiz hazret-i Ali’ye hitâben; “Yâ
Ali! Sen ona îtirâz etme. Onun maksadı namazın tâdil-i erkânını
hakkıyla edâ edip edemediğini ve kusurunun olup olmadığını bize
göstermektir.” buyurdular. Mahmûd Kefevî, Peygamber efendimizin
huzûrunda iki rekat namaz kıldı. Tâdil-i erkanla kıldığı diğer
namazları da Peygamber efendimizin hüsn-i kabûlüne mazhâr oldu.

Mahmûd Kefevî hazretleri ömrünün sonuna doğru bir gece rüyâsında
Resûlullah efendimizin mübârek cemâliyle müşerref oldu. Tam bir edep ve
tevâzû ile önlerine eğilip; “Yâ Resûlallah! Size olan iştiyâkım, sevgi
ve muhabbetim, haddinden fazla oldu. Acabâ yakın zamanda bu berbat
dünyâdan ve bu zahmet çekilen yerlerden kurtulup, Allahü teâlânın
izniyle yüce hizmetinize kavuşmam nasîb olacak mı? Yoksa daha bu dünyâ
evinde nice zaman kalıp ömrüm hasretle mi geçecek?” diye sordu.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de; “Bu husus beş
bilinmeyen husustan biridir. Allahü teâlâ onları kimseye bildirmedi.
Senin ömrün benim ömrüm gibi.” diyerek kinâye ile cevap verdiler.

Mahmûd Kefevî hazretleri, Peygamber efendimizin buyurduğu gibi, altmış
üç yaşına geldiği zaman 1581 (H.989) senesi Ramazân-ı şerîf ayının
üçünde Pazar gecesi vefât etti. Sevenleri tarafından techiz edilip,
kefenlendikten sonra yaptırdığı Kefevî Câmiinin avlusunda mihrâbın
önünde defnedildi. Osmanlı Müellifleri adlı eserde Mahmûd
Kefevî’nin İstanbul’da vefât ettiği bildirilmişse de bunun başka birisi
olması gerekir.

Mahmûd Kefevî hazretlerinin kabrinin bugünkü Kefevî Câmiinin mihrabının
kıble tarafında sol köşesine on adım kadar uzaklıkta olması, câminin
daha sonraki devirlerde tâmir gördüğünü ve daha küçük ölçülerde yeniden
inşâ edilmiş olabileceğini göstermektedir.

Mahmûd Kefevî hazretlerinin Arapça ve Türkçe şiirlerinden başka
risâleleri, bâzı eserlere tâlîkâtı vardır. Ayrıca Âdem aleyhisselâmdan
Peygamber efendimize kadar gelen bâzı peygamberlerin hayatlarını,
Eshâb-ı kirâmdan bâzılarının hayat ve menkîbelerini, İmâm-ı Âzam’dan
kendi zamânına kadar gelen Hanefî mezhebi müctehid ve âlimlerinin
tabaka ve mertebelerini topladığı Ketâibü A’lâmi’l-Ahyâr min
Fukahâi Mezhebi’n-Nu’mân-il-Muhtâr
adlı
Arapça eseri yazmıştır. 809 civârında büyük zât hakkında kıymetli
bilgiler bulunan bu eserin muhtelif yazma nüshaları Süleymâniye
Kütüphânesinde mevcuttur. Eser basılmamıştır.

FIKIH ÂLİMLERİNE UY

Mahmûd Kefevî hazretleri gerek Sinop’ta bulunduğu sırada, gerekse daha
önceki zamanlarda çok defâ sevgili Peygamberimizi rüyâsında görüp,
müşküllerini O’na sorardı. Bir defâsında İstanbul’da iken rüyâsında
kendisini Resûlullah efendimizin husûsî meclisinde gördü. Tam bir edep
ve tevâzû içinde mübârek dizlerini öpüp, her iki yanına yüzünü sürdü.
Kırıklık ve mahcûbiyetle; “Yâ Resûlallah! Bir kimse namazda şüphe edip,
kaç rekat kıldığını bilemezse, fakihler ve müctehidler fetvâ verdiler
ki: “Zann-ı gâlib üzere devâm etsin, onu bozup tekrar baştan kılmasın.”
dediler. Bu hal bana çok ârız oluyor. Şüpheyi kaldırmak için bozup
tekrar kılmak bana tenbellik verip zor gelmiyor. Öyle olduğunda ben o
namazı bozup tekrar kılmak isterim. Fermân-ı âliniz nedir?” diye sordu.
Bunun üzerinePeygamber efendimiz; “Onu tekrar etme. Fukahânın
ictihâdına göre zann-ı gâlibin üzerine devâm edip kıl.” buyurdular.

1) Şakâyık-i Nû’mâniyye Zeyli (Atâî); s.272
2) Osmanlı Müellifleri; c.2, s.19
3) Zuhru’l-Ârifîn; varak, 308-311


Ana Sayfa

  • Mayıs 2024
    P S Ç P C C P
     12345
    6789101112
    13141516171819
    20212223242526
    2728293031  
  • Blog Stats

    • 33.559 hits